1980 yapımı film, sonbahar manzarasında Johann Pachelbel'in "Canon in D major"'ü eşliğinde açılıyor. Yoğun bir hüznü de iç...
1980 yapımı film, sonbahar manzarasında Johann Pachelbel'in "Canon in D major"'ü eşliğinde açılıyor. Yoğun bir hüznü de içinde barındıran
güzel müzik ve görüntülerle, yaşamın olağan döngüsünü ve son baharlarını
hissettirerek.
Beth ve Calvin'in büyük oğulları Buck'ı bir tekne kazasında
kaybetmelerinin ardından, Jarret Ailesinin diğer oğulları Conrad ile yaşama
devam etme çabalarını izleriz bu filmde. Böylesine büyük bir travmadan sonra
aile yaşantısı normal düzenine dönebilir,
açılan yaralar iyileşebilir mi, yoksa daha büyük yarıklar mı açılır?
İşte film bunları masaya yatırır, tahlil eder.
Bu korkunç olayın aile bireylerinin üstünde bambaşka
etkileri olduğunu, herkesin bu acıyla farklı bir mücadele içinde olduğunu
görürüz.
Calvin, henüz bu evrede yaşamlarının yoluna çabucak
giremeyeceğinin bilincinde, başlarına gelenlerden kendisini bir ölçüde sorumlu
tutmakta beraber, bu sorunları zamanla atlatacaklarının güvencesini ailesine
vermeye çabalamakta ve aile içinde dengeleyici bir rol üstlenmektedir.
Ordinary People - Sıradan İnsanlar
Beth için ise önemli olan sağlam durmak ve kontrollü
olmaktır. Dışarıdan bakıldığında güzel manzara veren, sarsılmayan, yıkılmayan,
iyi yürütülen bir aile yaşantısı ve her şeyin yolunda olduğu bir tablo
yaratmaktır amacı. Sosyal yaşam, kültürel aktiviteler, seyahatler; eskiden
olduğu gibi yer almaya devam etmelidir Jarret Ailesinin yaşantısında.
Conrad bu olayla ilgili duyduğu suçluluk duygusu ile olaydan
yaklaşık 6 ay sonra intihara teşebbüs etmiş, kurtarılıp bir akıl
hastanesinde 4 ay tedavi gördükten sonra evine dönmüştür. Eve döneli 1.5 ay olmasına rağmen günlük
yaşama katılmayı başaramamaktadır. Annesinin daha çok sevdiğini düşündüğü
Buck'ın yerini dolduramamakta, o denli mükemmel olamamaktadır.
Varoluşsal problemleriyle başa çıkamayan Conrad,
psikiyatrist Berger'den yardım almaya başlar. Sorular ve cevaplar, bu
görüşmelerde biçimlenmeye başlar. Conrad kontrolü elden bırakmak
istememektedir; "Böylece insanlar benim için dertlenmezler" der
Berger'e. Hastanede her şey daha yolunda olmuştur. Çünkü orada herkes açıktır,
samimidir ve böylece iletişim kolaydır. Bu çıkarımı onu hastanedeki
arkadaşlarıyla görüşme seçeneğine yönlendirir. Böylece Karen'le buluşur. Karen ise hastaneden çıkınca psikolojik
destek almaya devam etmemiş ama Conrad'dan daha mutlu, günlük hayata adapte
olmuş ve umutlu gözükmektedir. "Kendime gerçekten ancak kendimin yardım
edebileceğimi biliyorum" der.
Hastaneyi özlediğini, oraya dönmeyi tercih edeceğini söyleyen Conrad'a;
"Hastane hastaneydi, burası gerçek dünya" diyerek dışarıda kendini
daha mutlu olmayı sağlayabileceği yönünde telkinlerde bulunur.
Doktor Berger ile terapilerinin de etkisiyle Conrad
annesiyle daha yakın iletişim kurmak istemekte, ama beklediği şefkati
görememektedir. Kendisiyle ciddi, temassız, soğuk ve mesafeli olan annesi
telefonda arkadaşlarıyla daha mutlu, keyifli sohbetlerde bulunmaktadır.
Annesinin Buck ile de ilişkilerinde daha sıcak olduğunu hatırlar geçmiş
sorgulamalarında. Hatta annesinin Buck değil de kendisinin kurtulmasına öfke
duyduğuna inandığını düşünürüz biz de Conrad'la beraber. Belki de annesi
kendisindeki karanlık yanları, Conrad'da da görmekte bu benzerliklerden
kaçmaktadır. Yaşadıkları kötü durumun suçlusunun kendisi olduğunu düşünen
Conrad'a göre; kendisini suçlamak, başkalarını suçlamaktan kolaydır. Doktor
Berger ise "Her olayın bir suçlusu olması gerekmez. Olayın anlamı, olmuş
olmasıdır" der.
Conrad'ın Doktor Berger'le terapi süreci, aileyi başka
yerlere sürüklemeye başlayacaktır. Bundan sonra aile bireyleri kendi içlerinde
hesaplaşmalara girer ve birbirleriyle ilişkilerini, davranışlarını ve
geçmişteki olayları tartmaya başlar. Biz de bu keşifleri, bükülmeleri ve yeniye
evirilmeyi izleriz.
Senaryo 1976 yılında Judith Guest tarafından
yazılan "Sıradan İnsanlar" romanı üzerine dayanmaktadır. Kitabın
yayınlanmasından 4 yıl sonra, Robert Redford'un ilk yönetmenlik denemesi olarak
filme alınır. Filmin senaryosu ise Alvin Sargent tarafından oluşturulmuştur.
Film, En İyi Film Oscarı da dahil 4 Oscar kazanmış, Timothy
Hutton da o zamana kadar Oscar alan en genç oyuncu olmuştur bu filmle.
Robert Redford'un yönetmen koltuğundaki bu ilk filmi, yapılmış
teknik hatalar ve belki de bazılarınca Oscar'ı alacağı gözüyle bakılan, o yılın
önemli ve çok beğenilen filmi "Kızgın Boğa"nın yerine Oscarları toplaması nedeniyle çokça da eleştirilmiştir.
Bence menü zengin, bu yüzden çatal bıçağın nasıl olduğunun,
nereye konduğunun, tabağın biçiminin çok da önemi kalmıyor. Ayrıca zengin
menüdeki parçalar güzel pişmiş ve leziz. Sunumun sıralamasında da herhangi bir
aksaklık yok, tam da olması gerektiği gibi. Öyleyse Robert Redford'un
çaylaklığına bağlanan devamlılık, açılar vs gibi teknik sorunlara çok da
takılmamak gerektiğini düşünüyorum.
Filmde psikolojik atmosfer çok güzel yaratılmış, temel ve
yan karakterler gayet güzel oturmuş, oyunculuklar çok başarılı. Karakterlerin
iç yolculukları, keşifleri, psikolojik süreçleri çok güzel aktarılmış. Böylece
hepsine inanıyor ve kolayca havaya giriyorsunuz.
Yönetmen: Robert Redford
Senaryo: Alvin Sargent,Nancy Dowd
Görüntü Yönetmeni: John Bailey
Yapım: 1980 - ABD - 124 Dk.
Tür: Dram
Oyuncular:
Donald Sutherland
Mary Tyler Moore
Timothy Hutton
Judd Hirsch
Elizabeth McGovern
İnceleyen: Pınar Taner
Çok iyi filmmiş. Burada görüp izledim. Teşekkürler.
Sil