Road to Perdition ve American Beauty gibi filmlerden tanıdığımız Sam Mendes ’in, başrollerinde Kate Winslet ve Leonardo DiCaprio olan 20...
Yedi yıldır evli olan Frank (Leo) ve April Wheeler (Kate) çifti, Connecticut banliyölerinde nispeten normal ve iyi sayılabilecek tipik bir Amerikan rüyasını yaşamaktadırlar. Frank’in nefret ettiği bir işi, biri kız biri erkek olmak üzere iki çocuk, güzel fakat hayatta istediği yere gelememiş mutsuz da bir eşi vardır. Yedi yıl önce bir partide tanışıp âşık olan, birbirlerini bulduklarını sanıp anında evlenen ve böyle bir hayata bulaşan çiftlerden biridir onlar da. Zamanında güzel bir tiyatro oyuncusu olan April, berbat bir oyunda oynadıktan sonra oyunculuk kariyeri pek de iyiye gitmez. Frank ise daha büyüme çağında babasına “asla senin gibi bir işte çalışmayacağım” tarzı bir laf etse de, baba mesleğini yapmaktan kaçamaz ve boktan bir ofiste, kendi deyimiyle; bir şeylerin satılmasına yardımcı olur. İşinden nefret ettikten sonra ne satıldığı veya niye sattığın gereksizdir. April de Frank de hayallerinden git gide uzaklaşmışlardır. Her ne kadar Frank’in pek de hayatta yapmak istediği bir şey olmasa da, ya da bunu daha keşfedememiş olsa da… Sadece bu işi yapmak istemediğini bilmektedir.
April ise büyük bir oyuncu olma hayallerinden, banliyö evinde bir anne olmaya gelmiştir. April bir gün yaşamak istemedikleri bu hayatı reddedip, çocukları da alıp Frank’le birlikte Paris’e taşınmak ister. Frank her ne kadar başta karşı da çıksa, April’in bir bakıma çocuksu, fakat yine de bir plan olan, planı hoşuna gider. Paris’e taşınacaklar, April devlet dairesinde bir iş bulacak -ki söylediğine göre Paris’te devlet dairesinde iyi para kazanılıyormuş- ve ailesine destek olurken, Frank de gerçekte hangi işi yapmak istediğini düşünecek. Plan iyi gibi görünür ve taşınmaya karar verirler. Fakat Frank’in işyerinde alacağı zamansız “terfi” ve emlakçı kadının akıl hastası oğlunu Wheeler’lara yemeğe getirmesiyle işler hiç de bekledikleri gibi gitmez ve git gide tutarsızlaşıp, sekteye uğrar.
Amerikan banliyö hayatına, masterını yaptığı filmden gayet iyi aşina olan Sam Mendes; Revolutionary Road’da American Beauty’e göre daha karanlık bir yol çizmiş. American Beauty’de her renkten insanın bunalımlarını izlerken, Revolutionary Road’da tek bir ailenin boka sarmış hayatlarını izlemek bir süre sonra insanı bunaltıp bünyesinde bir ağırlık yaratıyor. American Beauty’de ehehe, ehuehue diye gülücükler saçabildiğiniz anlar bunda pek yok diyebiliriz. Daha karanlık bir atmosfere sahip filmin oyunculukları ise adeta tavan yapmış.
Amerikan banliyö hayatına, masterını yaptığı filmden gayet iyi aşina olan Sam Mendes; Revolutionary Road’da American Beauty’e göre daha karanlık bir yol çizmiş. American Beauty’de her renkten insanın bunalımlarını izlerken, Revolutionary Road’da tek bir ailenin boka sarmış hayatlarını izlemek bir süre sonra insanı bunaltıp bünyesinde bir ağırlık yaratıyor. American Beauty’de ehehe, ehuehue diye gülücükler saçabildiğiniz anlar bunda pek yok diyebiliriz. Daha karanlık bir atmosfere sahip filmin oyunculukları ise adeta tavan yapmış.
Kate Winslet’ın zaten ne kadar yetenekli bir hatun olduğuna aşinayız, öte yandan Leo ise Titanic’te kalkan götünü iyice indirmekle kalmadı her geçen sene mütevazı bir adam ve şahane bir aktör olma yoluna gidiyor iyice sanki. Titanic’te sağladıkları uyum ve ondan sonra yaşadıkları uzun dostluk ve ikisinin de iyi birer oyuncu olması filme gayet iyi yansımış. Filmin çoğunluğuna hâkim olan kavga sahnelerinde gerçekten üst düzey performanslar var. Zaten Leo da filmin kavga sahnelerinden epeyce yorulmuş ve bir sonraki filminden önce iki ay dinlenmek istemiş.
Devrimle kurulan Amerika’nın 50’lerde iyice boka sardığı ve konformizme iyice kendini kaptırıp, git gide kendini kaybetmeye başladığı o yıllarda geçen ve bundan sıkılan bir çiftin, daha çok April’ın, o hepimizin bazen -ya da çoğu zaman- yapmak istediği; “her şeyi bırakıp siktirip gitme” modelini uygulamaya çalışıp çuvallaması ve her şeyin olduğundan daha da boka sarması, devrimden uzaklaşıp yine lanet bir evrime doğru sürüklenmeleri ve sonunda keşke her şey eskisi gibi olsa diye düşünülecek kadar vahim bir duruma gelmek… Son derece acı. Her şeyi bırakıp gitmek, diğerleri gibi olmamak, illa yap denileni yapmamak, çekirdek bir aileye sahip olmamak, gereksiz sorumluluklardan kaçmak her ne kadar kulağa hoş gelse de; eninde sonunda bunların sadece hayalde kaldığını fark etmek ise bunun en acı tarafı belki de.
April Wheeler: Who made these rules anyway?
Yönetmen : Sam MENDES
Senaryo : Justin HAYTHE, Richard YATES (Roman)
Görüntü Yönetmeni : Roger DEAKINS
Yapım : 2008 - ABD - 119 Dk.
Tür : Dram / Romantik
Oyuncular:
Leonardo DiCAPRIO
Kate WINSLET
Michael SHANNON
Ryan SIMPKINS
Ty SIMPKINS
Kathy BATES
Richard EASTON
Devrimle kurulan Amerika’nın 50’lerde iyice boka sardığı ve konformizme iyice kendini kaptırıp, git gide kendini kaybetmeye başladığı o yıllarda geçen ve bundan sıkılan bir çiftin, daha çok April’ın, o hepimizin bazen -ya da çoğu zaman- yapmak istediği; “her şeyi bırakıp siktirip gitme” modelini uygulamaya çalışıp çuvallaması ve her şeyin olduğundan daha da boka sarması, devrimden uzaklaşıp yine lanet bir evrime doğru sürüklenmeleri ve sonunda keşke her şey eskisi gibi olsa diye düşünülecek kadar vahim bir duruma gelmek… Son derece acı. Her şeyi bırakıp gitmek, diğerleri gibi olmamak, illa yap denileni yapmamak, çekirdek bir aileye sahip olmamak, gereksiz sorumluluklardan kaçmak her ne kadar kulağa hoş gelse de; eninde sonunda bunların sadece hayalde kaldığını fark etmek ise bunun en acı tarafı belki de.
April Wheeler: Who made these rules anyway?
Yönetmen : Sam MENDES
Senaryo : Justin HAYTHE, Richard YATES (Roman)
Görüntü Yönetmeni : Roger DEAKINS
Yapım : 2008 - ABD - 119 Dk.
Tür : Dram / Romantik
Oyuncular:
Leonardo DiCAPRIO
Kate WINSLET
Michael SHANNON
Ryan SIMPKINS
Ty SIMPKINS
Kathy BATES
Richard EASTON
COMMENTS